Başkalarının dediğine inanmak kolaydır; zor olan anlamaktır. Anlamak
masraflıdır; zaman gerektirir, empati yapmayı, vakit ayırmayı ve konuyla ilgili
düşünmeyi gerektirir. Halbuki duyduğuna inanmak, konuyu kısa sürede
sonuçlandırmada, beyinsel fonksiyonlardan tasarruf da sağlayacağından,
karlıdır, kolaydır, kısa sürede doğru ya da yanlış olduğu fark etmeksizin
sonuca varmada pürüzsüzdür. Belki bu yüzden sıklıkla kişi ya da durumlarla
ilgili sonuç almada bu yola başvuruluyor.
Toplumların büyük sorunlarından birisi yalnızlıktır.
Kişinin toplumsal konumu ya da çalışma hayatındaki statüsü
ile ilgili olan hak/adalet konusuna gelirsek; katılımcı kültürün yansımalarını
görüyoruz. Belirli bir konuda oluşan genel kanaat atmosferine uyum sağlanması
gerektiğinden farklılıklara tolerans durumu göz ardı edilebiliyor. Farklı fikir
belirtildiğinde ve bu davranış sıklıkla tekrar edildiğinde ya da daha önce
oluşmuş grupların şimdiye kadar ortaya koyduğu çalışma temposundan daha üstün
bir başarı gösterildiğinde değersizleştirme, aşağı çekme, dışlama oyunları devreye
giriyor. Katılımcı kültürün baskın olduğu toplumlarda sıklıkla dışlama ve
yalnızlaştırma bilinçli ya da bilinçsizce yani körü körüne yapılabiliyor. Çünkü
katılımcı kültürde başkalarının düşünceleri çok değerlidir ve bu düşüncenin
olumlu yönde oluşturulması için çaba gösterilir. Aksi halde kişi bir grubun,
topluluğun ve daha büyük resimde toplumun bir parçası olamayacağından bulunduğu
topluma yabancılaşır. Bu kişiler yalnızlığa mahkûm edilirler ve sıklıkla
uyumsuz olarak da itham edilirler.
Anomi, topluma yabancılaşma anlamında kullanılıyor ve
zincirleme olarak yalnızlığı da ortaya çıkartıyor. Şu an toplumların büyük
sorunlarından birisi yalnızlıktır. Kişilerin, yalnızlık ve değersizlik
yaşamaları intiharları yaygınlaştırdı. Genç ölümlerin “değersizlik” ile
bağlantısı bildiriliyor. Bu katılımcı toplumlardaki dışlama, değersizleştirme,
etiketleme gibi kişiyi zora sokan durumlar, intihara varan sonuçları olabileceğinden,
tehlikelidir. Bazen de psikolojik zorlanma ya da mobbing denilen ve genellikle ispatlanması
da zor olan psikolojik şiddet türlerini ortaya çıkartarak kişilerin
yaşamlarına, yaşamlarındaki insanlara zarar veriyor.
“Başkalarının ne dediği çok da önemli değil” diyenler
içselleştiremiyor.
“Başkalarının ne dediği çok da önemli değil” diyenlerin bu
durumu ne kadar içselleştirdikleri tartışma konusudur. İçinde yaşadığı toplumda
hep en iyisi olmayı hedefleyen insanların giderek artması çok da boş vermeyi
işaret etmiyor. Aksine kabul görmek için değer sistemi dışındaki şeyleri de
kabul ediyor görünmeyi üstünlük elde etmede mübah görüyorlar. Ve başkaları da
böyle yapması durumunda sisteme kabul görüyor, yapmaması durumunda sistem bu
kişileri dışlıyor. Hatta sistemden bilinçli olarak dışlamak istendiğinde
kişiler hakkında yalan hikayeler dolaşıma sokulabiliyor. Linç kültürü ya da
diğer bir tabirle “iptal kültürü” de kişileri dışlamayı hedef alıyor.
Kişileri, olayları, durumları aşağı çekmek, toplumdan dışlama
amaç güdülerek toplumun çoğunluğu tarafından yapılan bu iptal kültürü ile
kişiler/kurumlar zarar görüyor.
Günümüzde, “Yaşamak için öldür” mottosu vahşi hayanlar gibi benimseniyor…
Günümüzde, “Yaşamak için öldür” mottosunu vahşi hayanlar gibi
benimseyen bir insanın yapamayacağı şey yoktur. Bu kişiler iyi görünüp kötü
niyet beslerler, yalan söylerler. İnsani duygularını kaybetmenin somut adalette
bir karşılığı yok, “ilahi adalet” olarak ifade edilen soyut adalet ise
inananlar için her zaman önemli bir dayanaktır. Unutmayalım ki toplumları hasta
eden en büyük veba adaletsizlik/haksızlıktır. Haksız yere bir yerlerde söz
sahibi olan kişilerin liyakatsizliği etrafında bulunan herkese zarar verir. İnsanlığa
verilebilecek en büyük zarar; gecesini gündüzüne katarak çalışan başarılı
kişilerin bastırılmasıdır.
Katılımcı kültürü kendine göre yontan kişiler
etrafında hep güçlü kişileri barındırmaya çaba harcarlar.
Katılımcı kültürü kendine göre yontan kişiler etrafında hep
güçlü kişileri barındırmaya çaba harcarlar. Böylece, kişi kendisine tehdit
olarak gördüğü kişi ya da kişileri kolayca güçlü bir ekip eşliğinde
dışlayabilecektir. Katılımcı kültürü güçlü bir gruba itaat etmek olarak
anlamayı tercih eden bu kişiler, güçlerini bu şekilde idame ettirebileceklerini
düşünürler. Etrafındaki kişiler ise itaat etmediklerinde mağdur olacaklar ve
olması gerektikleri konumdan aşağı çekileceklerdir. Biraz olsa düşünmeye davet…
Hikâyemiz bu kadar.
Doç. Dr. Aylin Tutgun
Ünal,
Üsküdar Üniversitesi,
İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
(AKADEMİK AKIL, 2022)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder