20 Ekim 2017 Cuma

CEP TELEFONU BAĞIMLISI MISINIZ?

Uyurken dahi telefonunuz kendinize yakın mı olsun istiyorsunuz? Ya da cep telefonunuzu kullanmaktan günlük işlerinize vakit ayıramadığınız oluyor mu? Hatta, moraliniz bozukken cep telefonunuzu kullanmak size iyi mi geliyor? 

Daha da ötesini düşünelim: Mesela, bir arkadaşınızla buluştuğunuzda cep telefonunuzla ilgilenmekten arkadaşınıza vakit ayıramadığınız oluyor mu? Arkadaşınızla değil de cep telefonunuzla mı buluşmuş oluyorsunuz acaba ne dersiniz?
Bu sorulara yanıtınız genellikle “evet” ise cep telefonu bağımlısı olabilirsiniz.
Günümüzde teknolojik araçların gelişimi hızla devam ediyor. Peki, cep telefonlarımızın bu değişimden etkilenmediğini söyleyebilir miyiz? Eskiden kullandığımız cep telefonları ile şu an kullandıklarımız arasında dağlar kadar fark var. Cep telefonlarımız sadece bir iletişim aracı olmaktan çıktı; adres defteri, kişisel hatırlatıcı, video kamera, saat, takvim, kronometre, pusula, video oynatıcı, usb bellek, navigasyon cihazı hatta kredi kartı gibi farklı görevler gören kompleks cihazlar haline geldi. Bu kadar çok uygulamanın telefonlarımızın içinde entegre olması onu cazip hale getirdi. Biz bu duruma yakınsama diyoruz. Teknolojide yakınsama, farklı cihazlarda yaptığımız işleri gittikçe gelişen teknolojik tek bir cihazla yapabilmenin terminolojik bir tanımıdır [1]. Ya da başka bir anlamda, tüm cihazların giderek birbirine benzemesi, birbirini besler hale gelmesi.
Günümüzde yaygınlıkla kullanılan akıllı telefonlar yakınsamaya iyi bir örnek. Bu sebepten dolayı cep telefonu sahipliği gün geçtikçe artıyor. Türkiye’deki cep telefonu sahiplik oranları incelendiğinde, hanelerde cep telefonu sahipliği oranının 2011 yılı itibariyle  %90,5’e ulaşması ve bu sahipliğin kentsel ve kırsal alanda (%92,8 ve %85) birbirine yakın değerde olması, cep telefonu sahipliğinin ülke genelinde yaygınlığını gösteriyor [2].
Cep telefonlarımız günlük hayatta pek çok işe yarıyor ve yaygın olarak kullanılıyor. Fakat, birtakım problemleri de beraberinde getiriyor. Örneğin bireylerin bir kısmı cep telefonu kullanımını ihtiyaçları doğrultusunda sınırlayabilirken, bir kısmı da sınırlayamamasından dolayı problemler yaşıyorlar.  Cep telefonu kullanımından kaynaklanan problemler incelendiğinde, aylık cep telefonu faturası ödeyememe, cep telefonunu hırsızlık yaparak yenileme, düşük özsaygı gibi pek çok davranışsal ve psikolojik problemler raporlandığı görülüyor [3].
Bir araştırmada, aşırı cep telefonu kullananların, konuşma yaparken harcadıkları zamanı kontrol etmede güçlük çektiklerinden zaman yönetimi konusunda problemler yaşadıkları ve bu sebepten dengelerinin bozulmuş oldukları belirtilmiştir [4]. Aşırı cep telefonu kullanımının klinik seviyelere ulaşıp ulaşmadığı halen tartışılsa da, bu kişilerin suçluluk, hassasiyet, depresyon gibi özellikler göstermesi dikkat çekmektedir. Yine bu kişilerde, kişilerarası ilişkilerindeki başarısızlıklarından dolayı, bağımlı davranışlarda da sık görülen düşük özsaygı durumu görülmektedir. Bağımlılık ile ilgili yapılan pek çok araştırmada bağımlı kişilerin aynı zamanda düşük özsaygı göstermesi bu durumu doğrulamaktadır [3, 4, 5, 6]. Örneğin, internet bağımlılığı ile ilgili bir araştırmada internet bağımlısı genç bir grupta depresyon, düşük öz saygı, aşırı hassaslık, suçluluk, umutsuzluk gibi benzer davranışlar gözlenmiştir [5].
Psikolojik ve davranışsal problemlerin yanı sıra, cep telefonundan kaynaklanan fiziksel hastalıklar da raporlanmaya başlamıştır. Bir örnek olay raporunda, 25 yaşındaki bir cep telefonu kullanıcısının yüzünün belirli bölgelerinde deri lezyonu görülmüş olup, hastaya “Allerjik Kontakt Dermatit” tanısı koyulmuştur. Bahsi geçen rahatsızlığa nikelin yol açtığı ve cep telefonu aracılığıyla hastaya alerjik etkide bulunduğu bildirilmiş olup, araştırmada, buna benzer 2 örnek olay raporlanmıştır [7].

Resim 1. Yüz Derisinde Eritematöz Papüller Lezyon [7]Resim 2. Nikel patch testi: pozitif [7]
(Solda) Yüz Derisinde Eritematöz Papüller Lezyon, (Sağda) Resim 2. Nikel patch testi: pozitif. (7)

Cep telefonunu kullananlar incelendiğinde, özellikle cep telefonunu aşırı kullanan grup olarak gençlerin önce çıktığını görürüz.  Gençler açısından cep telefonu özellikle onu cazip ve teşvik edici kılan pek çok niteliğe sahiptir. Gençler için cep telefonuna sahip olma ve kullanma, onların kişisel özelliklerini göstermektedir. Özellikle, internet ve sosyal ağ paketlerinin cep telefonlarımızın içine girmesiyle, cep telefonları, gençlerin sosyal ilişkilerini sağlayacakları uygun bir platform olmuştur. Bu durumda, bağımlılık telefona mı yoksa içinde bulundurduğu uygulamalara mı sorusu akla gelmektedir.
Bu konu tartışıladursun, aşırı cep telefonu kullanan gençlerin bağımlılık açısından riskli grup olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda yapılan bir araştırmada gençlerin cep telefonlarına aşırı bağlı olduğu, birtakım bağımlılık belirtileri gösterdikleri ortaya çıkmıştır [8]. Dolayısıyla, gençler, cep telefonuna olan bağlılıklarından sınıf ortamında da vazgeçmemekte, cep telefonlarıyla ders esnasında da meşgul olmakta ya da cep telefonu zihinlerini meşgul etmektedir. Yapılan başka bir araştırmada üniversite öğrencilerinin günde 50-100-150 gibi sayılarda mesaj alıp gönderdiği  ortaya çıkmıştır. Bahsi geçen gruptaki gençlerin cep telefonlarına günlük olarak 5 saat ve üzeri zaman ayırdıkları belirlenmiştir [9]. Sonuç olarak, özellikle gençlerin, cep telefonu kullanımlarını sınırlayamamasından dolayı akademik, ailevi ve sosyal çevrelerinde, maddi, davranışsal ve psikolojik seviyede ciddi problemler yaşamakta olduğunu söyleyebiliriz.
Cep telefonu bağımlılığına dair yapılan araştırmalar incelendiğinde, diğer bağımlılıklarla benzer birtakım davranışlara rastlanmakta ve bu davranışların çoğunun kişide görülmesiyle bağımlılığa bir eğilimi olup olmadığı tespit edilmektedir. Örneğin, Kimberly Young, 1996 yılında internet bağımlılığı için tanı ölçütleri geliştirmiştir. Kişi, 8 ölçütten 5’ini bulunduruyorsa internet bağımlısı olarak nitelendirilmiştir [10]. Günümüzün telefonlarının nitelikleri düşünülürse internet bağımlılığa dair davranış ölçütleri cep telefonu bağımlılığına da uyarlanabileceğini düşünebiliriz.
Peki siz de bir cep telefonu bağımlısı mısınız? Buradaki bağımlılık ölçütlerinden yola çıkarak cep telefonu bağımlılığımızın olup olmadığı hakkında öğrenebilirsiniz. Aşağıdaki cümlelerin en az 5’ine katılıyorsanız bir cep telefonu bağımlısı olduğunuzu söyleyebilirsiniz:
1    Uyuduğumda cep telefonum ulaşabileceğim yerde durur.
2    Sık sık cep telefonu melodimi değiştiririm.
3    Cep telefonumu her zaman yanımda taşırım.
4    Cep telefonumu sık sık kontrol ederim.
5    Cep telefonumu kullanmaktan günlük işlerime vakit ayıramıyorum.
6    Kendimi kötü hissettiğimde cep telefonumu kullanmak bana iyi gelir.
7    Başkalarıyla sohbette veya yemekte birlikteyken bile cep telefonumu sık sık kullanırım.
8    Cep telefonumu kullanmadığım zamanlarda kendimi kötü hissederim.
Sonuç olarak, cep telefonu bağımlılığı, internet bağımlılığı, bilgisayar ve oyun bağımlılığı gibi bağımlılığa dair pek çok kavramla karşılaşmaktayız. Aslında pek çoğunun benzer bir mekanizmada birleştiğini söyleyebiliriz. Örneğin; cep telefonu bağımlılığı ile internet bağımlılığı benzer bir mekanizmada birleşebilir. Çünkü cep telefonuna bağımlı olan kişiler, aslında cep telefonunun sunduğu internet, sosyal ağ paketleri gibi imkanlara bağımlı olabilir. Bu durumda, internet bağımlılığı ile cep telefonu bağımlılığına dair bağımlılık kriterlerinin fazla farklılaşması beklenemez. Öyleyse, genel olarak teknolojik araçlara olan bağımlılığın yukarıda verildiği gibi benzer ölçütlere göre belirlenmesi mümkün olabilir.
[box] Konuk Yazar:
Aylin Tutgun Ünal
Marmara Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Maltepe Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümünde Öğretim Görevlisi ve Bölüm Başkan Yardımcısı olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda Marmara Üniversitesi Bilişim bölümünde doktora eğitimini tamamlamıştır .[/box]
Kaynaklar:
[1] Taşdelen, A. (2011). Teknolojide Yakınsama Nedir? http://aykuttasdelen.wordpress.com/2011/12/07/teknolojide-yakinsama-nedir/ web adresinden 31 Ocak 2013 tarihinde erişilmiştir.
[2] Türkiye İstatistik Kurumu (2011). Bilgi Toplumu İstatistikleri, http://www.dpt.gov.tr/DocObjects/View/12808/Bilgi_Toplumu_Istatistikleri_2011.pdf  web adresinden 12 ocak 2012 tarihinde erişilmiştir.
[3] Ha, J.H., Chin, B. and et al (2008). Characteristics of Excessive Cellular Phone Use in Korean Adolescents. Cyber Psychology and Behavior, 11 (6), 783-786.
[4] Bianchi, A. and Philips, J. G. (2005). Psychological Predictors of Problem Mobile Phone Use,  Cyber Psychology and Behavior, 8, 39-51.
[5] Ha, J.H., Kim, S.Y., Bae, S.C. and et al (2007). Depression and Internet Addiction in Adolescents. Cyber Psychology and Behavior, 40, 424-30.
[6] Tutgun, A, Deniz, L. and Moon, Man-Ki (2011). A Comperative Study of Problematic Internet Use and Loneliness Among Turkish and Korean Prospective Teachers. TOJET (The Turkish Online Journal of Educational Technology), Vol: 10, issue:4.
[7] Livideanu, C. (2007). Case Report: Cellular Phone Addiction and Allergic Contact Dermatitis to Nickel, Contact Dermatitis, 57: 130-131.
[8] Walsh, S.P., White, K.M. and Young, R.M. (2008). Over-connected? A Qualitative Exploration Of The Relationship Between Australian Youth And Their Mobile Phones, Journal of Adolescence, 31(2008), 77-92.
[9] Arslan, A. & Tutgun Ünal, A. (2013). Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cep Telefonu Kullanım Alışkanlıkları ve Amaçlarının İncelenmesi, International Journal of Human Sciences, 10 (1), 182-201.
[10] Tutgun, A. (2009). Öğretmen Adaylarının Problemli İnternet Kullanımlarının İncelenmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi
NOT: Bu yazının orjinali Açık Bilim'de yayınlanmıştır.
http://www.acikbilim.com/2013/03/dosyalar/asiri-cep-telefonu-kullaniyorsaniz-dikkat.html

NESİLLER AYRILIYOR: X, Y ve Z NESİLLERİ

Dünya genelinde genç kuşaklar X, Y, Z kuşakları olarak adlandırılıyor. X kuşağı yeniliklere adapte olmaya çalışırken, bir yandan sabırla iş hayatlarında kademe atlıyor; Y kuşağı iş hayatında hemen yönetici olmayı, para harcamak için çalışmayı tercih ediyor, kendi görüşlerinden asla vazgeçmiyor; Z kuşağı ise artık sokakta birdirbir oynamıyor, ipad’leriyle sosyalleşiyor…
Farklı nesillerin iş yaşamına, teknolojiye ve hatta hayata uyum sağlamaları değişiklik göstermektedir. Burada matematik denklemlerini çağrıştıran X, Y, Z nesillerinin özelliklerinden bahsederken, özellikle günümüz Gezi olaylarıyla ön plana çıkan Y neslini anlamaya çalışacağız.
X nesli, 1965-1979 arası doğanlara denir. Bu durumda en yaşlısı 48, en genci 34 yaşındadır. X nesli kurallara uyumlu, aidiyet duygusu güçlü, otoriteye saygılı, sadık, çalışkanlığa önem veren bir kuşak olarak tanımlanıyor [1]. İş yaşamlarında çalışma saatlerine uyumlu olup iş motivasyonları yüksektir. Belirli çalışma süresinden sonra kademe atlayabileceklerine inanırlar ve sabırlıdırlar. Daha çok yaşamak için çalışırlar. Ayrıca, bu nesil, bir takım icatlara, buluşlara şahitlik etmiştir. Dünyaya gözlerini merdaneli çamaşır makinesi, transistörlü radyo, kaset çalar ve pikapla açan X nesli sakinleri pek çok dönüşüm yaşamıştır. Özellikle, teknoloji açısından düşünüldüğünde, bilgisayar sistemlerinin dönüşümü ve buna bağlı değişen iş yapış şekillerine adapte olmaya çalışmışlardır. Ülkemizin %22’sini oluştururlar [2].
Y nesli, 1980-1999 arası doğanlardır. Y neslinin en yaşlısı 33, en genci ise 14 yaşındadır. Kuşaklar arası farklılığın en çok hissedildiği nesil özelliği taşırlar. Çünkü onlar bağımsız olmayı seviyorlar, özgürlüklerine düşkünler ve iş yaşamlarında da farklılar. Belirlenen mesai saatleri arasında çalışmayı sevmiyorlar. Bu yüzden, iş saatinden ziyade işe odaklanmaları gerekiyor. Bu durumda onları işin bir parçası haline getirmek önemlidir. X nesline göre Y neslinin örgütsel bağlılıkları azdır ve çok fazla iş değiştirdikleri de söyleniyor [3]. Bir an önce yönetici olmak ya da kendi işlerini kurmak istiyorlar. Onlar, iş hayatını sadece yaşamlarını sürdürebilmek için değil, daha rahat para harcamak için istiyorlar. Y nesli, çok farklı kişisel özellikler taşımakta ve özellikle üniversitelerden yeni mezun olanları kapsamaktadır. Y neslinin uyumsuz olduğu, kendisinden farklı düşünenleri acımasızca eleştiri yağmuruna tuttuğu da bir gerçek. Bu durum aşırı bireyci olmasından ve otorite tanımamasından kaynaklanıyor. Bu nesil kural tanımıyor. Ülkemizin %35’ini oluşturdukları söyleniyor. Yani 27 milyon genç [2].
Z nesli, 2000 yılı ve sonrası doğanlara denir. En büyüğü 13 yaşındadır. İnternet ve mobil teknolojileri kullanmayı seviyorlar. Günümüzde yaygın olan akıllı telefonlar, ipad’ler ya da tablet bilgisayarlar ile her alanda aktifler. Özellikle internet aracığıyla sosyalleşmeyi tercih ediyorlar. Diğer nesillerden farklı olarak, internet ve teknoloji ile doğdukları tabir edilir. Ülkemizin %17’sini oluşturuyorlar [2]. Oyuncak yerine ipad’lerle oynarlar ve teknoloji ile birlikte büyürler. Bu yüzden de çabuk tüketen bir nesildir. Fakat internet ile fazla haşır neşir olduklarından aynı anda birden fazla konu ile ilgilenebilme yeteneklerinin gelişeceği tahmin ediliyor [1]. Söz konusu bu yetenek aynı zamanda Y neslinde de yaygın olarak görülüyor ve bu tek bir konuya odaklanmaya göre daha pratik olabilir. Bunun en iyi örneklerinden bir tanesine geçenlerde düzenlenen bir konferansta şahit oldum. Konuşmacı konuşmasını yaparken çoğunluğu Y  nesli üniversite öğrencisi olan dinleyicilerden kimisi eş zamanlı olarak konferansın Twitter sayfasında yorumlarda bulunuyor, kimisi ipad’i ile sahnenin resmini çekip Facebook, Twitter gibi sosyal ağlarda paylaşıyordu. Tabi bunlarla meşgul olurken konuşmayı da dinliyorlardı. Aynı anda dinleme, yorum yapma, resim, video vs. yayınlama/paylaşma yeteneği harika bir şey olsa gerek… Fakat kendisi konuşurken yüzüne bakmadığını düşünen X sakinleri bunu “saygısızlık” olarak da nitelendirebiliyor. Zaten tehlike ya da uyuşmazlıklar da bu noktada söz konusu oluyor. Bu tür uyuşmazlıklara özellikle “eğitim” alanında çok sık rastlıyoruz ki birazdan bu konuyu ayrıca ele alacağız.
Nesillere 1965 ile başladık. Peki, daha önceki tarihler hangi nesli ifade ediyor?
1946-1964 yıllarında doğanlar “baby boomer” olarak adlandırılıyor. “Baby boom” bir Kuzey Amerikan-İngiliz terimidir. Özellikle Amerika’da II. Dünya savaşının bitiminde başlayıp 1960 yılı başlarına kadar süren, yıllık doğum hızında büyük artış anlamına geliyor. Amerika’da bu dönemde  gelişen ekonomiye de paralel olarak 78.2 milyon kişi doğmuş ve 1955, doğum artış hızının tepe yaptığı yıldır. Bu olay, “baby boom”, bu dönemde doğanlar da  “baby boomer” olarak adlandırılıyor [4]. Şu anda baby boomer neslinin en yaşlısı 68 yaşında, en genci ise 49 yaşındadır. Bu nesil teknolojiden uzaktır, diğer bir deyişle teknolojiyi benimseyememiştir. Teknoloji yaygın olmadığı için çoğu zaman işlerini kendi kendilerine yapmak zorunda kalmış, üretmişlerdir. Bunun yanında, iş sadakatleri yüksektir. Diğer kuşaklardan farklı olarak, iş yaşamları için “çalışmak için yaşamışlardır” ifadesi kullanılabilir. Ayrıca bu nesil için “önce çocuklarına daha sonra ise anne ve babalarına baktılar” ifadesi de kullanılmaktadır [5]. Sadakatlilik ve kanaatkârlık duyguları oldukça yüksektir. Ülkemizin %19’unu oluşturuyorlar [2].
“Daha öncesi yok mu?” diyenler olabilir. Genel olarak nesiller yukarıda bahsettiğimiz şekilde dörde ayrılıyor. Söz konusu yıllardan önce doğanlara ise “sessiz kuşak” diyoruz. Sessiz kuşak, 1927-1945 döneminde doğanlar olarak anılır ki; onlar babaannelerimiz, dedelerimizdir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’deki Cumhuriyet kuşağıdır. Ülkemizin yalnızca %7’sini oluşturuyorlar [2].
Günümüzde Y nesli
Y neslini diğer nesillerden kırılma noktası olarak ele aldığımızda, gerçekten iyi anlamak gerekiyor. Genellikle bu neslin ayrı özellikleri olduğundan habersiz olan popülasyon yaygın olduğundan günümüzde dünya pek çok uyuşmazlık ya da çatışmalara sahne oluyor. Şimdi Y neslinin ön plana çıkan özelliklerini maddeler şeklinde tekrar sıraladığımızda bazı olaylar fotoğraf kareleri şeklinde beynimizde canlanacak.
  • Bağımsız olmayı seviyorlar, özgürlüklerine düşkünler.
  • Otoriteyi sevmiyorlar.
  • Kendilerine kurallar koyulmasından hoşlanmazlar.
  • İş yaşamlarında kurallara ve mesai saatlerine göre çalışmayı sevmiyorlar. Buna rahatlıkla karşı çıkabiliyor, çok fazla iş değiştirebiliyorlar.
  • Otorite sevmediklerinden bir an önce müdür olmak ya da kendi işlerinin patronu olmak istiyorlar.
  • Farklı görüşlerin kendilerine dayatılmasına karşı çıkarlar.
  • Farklı görüştekileri acımasızca eleştirebilirler.
  • Kendi görüşlerine karşı olan eylemler gündeme geldiğinde hiç düşünmeden direnişe geçerler.
  • Direnişleri uğruna ölümü dahi göze alırlar ve istedikleri olana kadar direnmekten vazgeçmezler.
  • Onlar için gruplaşma ve akranlarına kendini kabul ettirme önemli olduğundan, sosyal gruplara katılma ve birlikte hareket etme önemlidir.
  • Sosyal medyayı etkin kullanırlar ve görüşlerini rahatlıkla dile getirmekten çekinmezler.
  • Bir olay karşısında eylemde bulunacakları zaman birliktelik kurmak için sosyal ağları ciddi bir araç olarak kullanırlar ve oradan yapılan çağrıları sorgusuzca kabul ederler.
Son günlerde sosyal ağlar aracılığıyla birliktelik sağlayarak yollara dökülen, Gezi olaylarıyla gündeme damgasını vuran Y nesli değil midir? Ya da kendi görüşlerini anlatmak ve isteklerini kabul ettirmek için günlerce parkta yatıp kalkan ve bundan vazgeçmeksizin direnen Y nesli değil midir? Ve hatta ne demek istedikleri anlaşılmayan da Y nesli değil midir? Ve daha da aklınıza gelen her şey!
Anlaşmazlık nereden kaynaklanıyor?
Konunun uzmanları pek çok konuşma ve yazılarıyla Y nesli çatışmalarının kaynağını açıklıyor. Evet, yanlış okumadınız, söz konusu kuşaklar üzerinde çalışan uzmanlarımız da mevcut. Evrim Kuran, 2001’den bu yana kuşaklar üzerinde çalışan uzmanlarımızdan birisi. Bir söyleşisinde şöyle diyor [2]:
“Y kuşağını iki harfle özetlerim: “BD”. Yani “bullshit detector” (Saçmalık dedektörü). Y kuşağı, kafasına uymayan, saçma durum gördüğünde dayanamıyor, kaynamaya başlıyor. Cumhurbaşkanı olmuş, başbakan olmuş, öğretmeni, genel müdürü hiç fark etmiyor, hemen tepki veriyor. Çünkü bu kuşağın temel değerlerinden biri; adalet duygusu…”
Diğer taraftan Y kuşağı için akranları ve aileleri çok önemlidir. Akranları tarafından kabul görme özelliği yüzünden çok çabuk bir araya gelebiliyorlar. Bunun en büyük yansımasını sosyal medyada gördük. Gezi olayları ile ilgili pek çok bir araya gelme imkânlarını bu mecradan yarattılar. Ayrıca bu kuşağın aileleri çocuklarına çok düşkünler. Bu yüzden onların istekleri söz konusu olduğunda çok çabuk onların seviyesine inebiliyor, sorunlarını halledebiliyorlar. Aileler yeri geldiğinde Y nesli için birer kanka, arkadaş olabiliyor. Yine ailelerin bir araya gelip Gezi Parkı’nda çocuklarını korudukları ve onları desteklediklerini gördük, izledik ki; ailelerin Y nesli çocuklarını ne kadar desteklediklerine verilebilecek en iyi örneklerden bir tanesidir.
Günümüzde Y nesli yanlış değerlendiriyor; tembel, disiplinsiz, prensipsiz oldukları söyleniyor hatta apolitik olmakla suçlanıyor. Hâlbuki Y nesli farklı bakış açılarına sahip. İşte anlaşmazlık da buradan kaynaklanıyor. Y neslinin özelliklerine devam edecek olursak; inançları uğruna sonuna kadar savaşırlar. Bunu yaparken ise direnmek yerine eğlenirler. Akranlarıyla bir araya gelerek kendi doğrularını kabul ettirmeye çalışmaktan zevk duyarlar, tadını çıkartırlar. Özgüvenleri yüksektir. Hele ki ailelerinden onay olarak bunu yapmaları onları doruk noktasına çıkartıyor, kendilerini daha da özgür hissediyorlar.
Toplumda görülen “ötekileştirme” yaklaşımına Y nesli katılmıyor ve bunun yanlış olduğunu düşünüyor. Y nesli ötekileştirmek bir yana, eş cinsel, muhafazakâr ya da herhangi birisi olsun birbirine eş tutuyor, kendi neslinden herhangi birisi ile aynı ortamda bulunabiliyor, birlikte direniyor. Bu kuşak her şeyin sahici olmasını istiyor [5].
Sonuç olarak, toplumun bu gençlerin dilini öğrenmesi gerekiyor! Onları anlaması, yanlış değerlendirmemesi gerekiyor! Örneğin, Gezi olaylarıyla onlar birer halk ayaklanması yarattıklarını düşünmüyorlar, aksine binlerce insanın birlikte iletişim kurabildiklerini, birlikte bir bağ oluşturabildiklerini düşünüyorlar. Toplum tarafından yanlış anlaşılmalarına daha iyi örnek ne olabilir ki!
Eğitim camiasında Y nesli
Eğitim camiasında özellikle üniversitelerdeki durumları ele alacağız. Çünkü Y nesli çoğunlukla üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Üniversitelerdeki öğretim elemanları ise çoğunlukla X ve Baby boomer nesillerinden ki, tehlike burada başlıyor!
Y neslinin genellikle dersleri dinlemeyen, tembel öğrencilerden oluştuğu zannediliyor. Hâlbuki IQ seviyeleri oldukça yüksek. Onlar aynı anda birden fazla iş yapmaya o kadar alışkınlar ki, derslerde de farklı şeylerle meşgul olmak istiyorlar. Örneğin, herhangi bir cep telefonu uygulaması veya internette sosyal ağ, blog vs. uygulamalarını ders esnasında da takip etmek, sosyal dünyalarından kopmamak istiyorlar. Tabi bu da X nesli öğretim elamanlarını çılgına çevirebiliyor. Aslında aynı anda birden çok etkinliğe dahil olmak istiyorlar. Tek bir şeye konsantre olmak onlar için sıkıcı.
X nesli genellikle disiplini sever ve aynı anda birden fazla işle meşgul olma yeteneği pek yoktur. Bu durum onları Y neslinden ayırır ve özellikle öğrenme-öğretme etkinliklerinde sorun yaşamalarına sebep olur. Böyle bir durumda, öğretim elemanları “dersi dinlemiyorsun”, “dersi dinlemeyen dışarı çıkabilir”, “ne kadar saygısızsın” gibi tepkilerle öğrencilerin derse olan ilgi ve motivasyonlarını düşürebiliyor. Uyuşmazlık da işte bu noktada başlıyor. Öğretim elemanı kapasiteli öğrencileri “tembel, işe yaramaz” gibi sıfatlarla yanlış tanıyabiliyor. Bu durum belki de onların geleceğine dahi engel olabiliyor.
Baby boomer kuşağındaki öğretim elemanları X kuşağına göre daha disiplinlidir. Yeniliklere daha zor adapte olabiliyor. Bu durum Y kuşağı ile uyuşmazlıklarını daha da arttırıyor.
Son günlerde “eğitimde sosyal ağların kullanımı” konuşuluyor. Bunun sebebi, teknolojiye meraklı Y nesli üniversite öğrencilerinin Facebook, Twitter gibi sosyal ağlarda günlük olarak çok sık vakit geçirmeleridir. Bu durumda, X nesli ve baby boomer sakinleri Y nesli ile sosyal ağlar aracılığıyla köprü kurabileceğini düşünüyor. Öğrencilerin kendilerini en açık olarak ifade ettikleri bir mecra olarak düşünüldüğünde sosyal ağlar, eğitim amaçlı kullanılabilir. Fakat bu durum teknolojiden uzak olan baby boomer’lar ile yeniliklere adapte olmaya çalışan x neslinin hoşuna gitmeyebiliyor.
Üniversitelerde “anlayış değişikliği” ya da “değişime adapte olma” olarak ifade ettiğimiz bir takım tutum değişikliklerine ihtiyaç olduğu kesin. Bunun yanı sıra, bazı öğretim elemanlarımızın bireysel olarak başlattığı çabaları da görmezden gelemeyiz. Ercüment Büyükşener’in “yeni medya” isimli bir konferansta anlattığı “facebook’u dersine nasıl entegre ettiği” örneği oldukça çarpıcıdır [6]. Dersinin bazı haftalarını yüz yüze bazı haftalarını ise facebook sayfasından yürüttüğünden bahsediyor. Facebook’ta yoklama aldığını, sınav yaptığını, öğrencilerin ortamdan bağımsız olarak istediği yerden derse katılım sağladığını ve hatta katılımın kayda değer oranda yüksek olduğunu söylüyor. Öğrenci görüşlerini almayı ihmal etmeyen öğretim elemanı, Y neslinden olan öğrencilerinin bu uygulamadan çok memnun kaldıklarını ve derse daha çok motive olduklarını belirtiyor.
Ayrıca, yapılan pek çok araştırmada, üniversite öğrencilerinin sosyal ağları etkin kullandıkları görülüyor. Bu konudaki bir çalışmada, üniversite öğrencilerinin sosyal ağları eğitim amaçlı kullanıp kullanmadıkları sorgulanmıştır. Buna göre, öğrenciler “okul proje/ödevleriyle ilgili araştırma yapmak” için sosyal ağları %71,9 oranında, “eğitim amaçlı grupları ve etkinlikleri inceleme” amaçlı ise %81,3 oranında kullanıyor.  Ayrıca, “güncel, farklı bilgiler ve düşüncelerle karşılaşmak” için sosyal ağ kullanım oranı %89’a varmakta [7].
Sonuç olarak, gençler sosyal ağların eğitim amaçlı kullanılabileceğine inanıyor. Derslerin Facebook ortamında yürütülmesi örneğinde de motivasyonlarının çok yüksek olduğu görülüyor. Bu durumun X ve baby boomer nesillerine anlatılması gerekiyor ki; sosyal ağlar aracılığıyla öğrencileri ile aralarında köprü kurabilecekleri gerçeği her türlü gözler önüne seriliyor.
Evet, nesiller X, Y, Z olarak ayrılıyor. Hatta buna baby boomer ile sessiz kuşağı da ekliyoruz. Fakat nesillerin belirli noktalarda birleştirilmesi, hatta birleşirken aralarda geçişlerin olması insanlığın uyum içinde yaşaması için gerekiyor. Burada nesillerin özellikleri devreye giriyor. Her bir nesil eğer birbirinin özelliğini bilir ve ona göre anlayış geliştirirse uyum içinde yaşamak ancak o zaman mümkün olabilecektir.

KAYNAKLAR
[7] Akyazı, E. & Tutgun Ünal, A. (2013). İletişim Fakültesi Öğrencilerinin Amaç, Benimseme, Yalnızlık Düzeyi İlişkisi Bağlamında Sosyal Ağları Kullanımı,Global Media Journal TR,  3(6), 1-24.
NOT: Yazımın orjinali Açık Bilim'de Yayınlanmıştır.
http://www.acikbilim.com/2013/09/dosyalar/nesiller-ayriliyor-x-y-ve-z-nesilleri.html